Dünya çapında yapılan pek çok araştırma, 20’li, 30’lu ve 40’lı yaşlardaki bireylerde meme, kolon (bağırsak) kanseri ve diğer kanser türlerinin hızla arttığını ortaya koyuyor. Son on yıl içinde, İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri, Fransa, Avustralya, Kanada, Norveç ve Arjantin gibi 24 ülkede, 25-49 yaş arasındaki kolon kanseri vakalarında belirgin bir artış yaşandı.
Amerikan Kanser Derneği (ACS) ve Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) bağlı Uluslararası Kanser Araştırma Ajansı’nın (IARC) birlikte yürüttüğü, 50 ülkeyi kapsayan geniş bir araştırmanın sonuçları Eylül ayında yayımlandı. Bu bulgular, tıp camiasında büyük endişelere yol açtı. Araştırmaya göre, bazı ülkelerde kanser oranındaki artış yalnızca genç yetişkinler arasında görüldü. Özellikle 20’li, 30’lu yaşlarındaki bireylerde bu artış dikkat çekici bir şekilde yükselirken, yaşlı bireylerde ise kanser oranlarında herhangi bir değişim gözlemlenmedi.
Özellikle meme kanseri vakalarındaki artış dikkat çekici. Amerikan Kanser Derneği’nin verilerine göre, kadınlar arasındaki meme kanseri ölümleri son on yılda %10 oranında azalmışken, 50 yaşından önce meme kanseri teşhisi konanların oranı yıldan yıla %1.4 oranında artış gösterdi. Bu durum, genç yetişkinler arasında kanserin hızla yayıldığına dair önemli bir gösterge.
Bir diğer önemli bulgu ise, ABD’deki X ve Y kuşakları arasında yaşanan kanser vakalarındaki sürekli artıştır. Uluslararası tıp dergisi Lancet’te yayımlanan bir çalışmaya göre, 1965 ile 1996 yılları arasında doğmuş olan X ve Y kuşakları, 17 farklı kanser türünde düzenli bir artış göstermektedir. Araştırmalara göre, bu artışın 1990’lı yıllardan itibaren başladığı anlaşılmaktadır. 1990-2019 yılları arasında yapılan bir araştırma, genç yaşlarda baş gösteren kanser vakalarındaki artış oranını %79 olarak belirlemiştir.
Bu durum, kanserin daha genç yaşlarda daha agresif bir şekilde yayıldığını ve sağlık sisteminde önemli bir yük oluşturduğunu gösteriyor. Dünya çapında bu durumun daha da ciddileşmesi, kanserle mücadelede kaydedilen ilerlemeyi tehlikeye atabilir. Genç bireylerin kanserle mücadelesi, sadece sağlıklarına zarar vermekle kalmayıp, toplumsal açıdan da büyük bir sorun teşkil etmektedir.
Obezite, Sigara ve Uyku Düzeni: Kanserin Artışındaki Ana Etmenler
Bununla birlikte, kanser vakalarındaki artışın tek bir nedeni yok. Uzmanlar, kanserin artmasındaki etkenlerin birden fazla faktörün birleşimi olduğunu savunuyor. Son yıllarda obezitenin ve metabolik sendromun bu artışta önemli bir rol oynadığı düşünülüyor. Harvard Üniversitesi’nden patoloji profesörü Shuji Ogino, yapılan çalışmaların yaşam tarzındaki değişikliklerin kanser riskini artırdığını gösterdiğini belirtiyor. Özellikle işlenmiş gıda ve şeker tüketiminin, kan şekerini yükselttiği ve insülin direnci ile kanser riskini artırdığı biliniyor. Ancak sadece obezite tek başına genç yaşlarda kanser vakalarındaki artışı açıklamak için yeterli görünmüyor.
Birçok uzman, kanserle ilişkilendirilen bir diğer faktörün sigara olduğunu belirtiyor. Ancak son yıllarda sigara kullanım oranı dünya genelinde azalmış durumda. Dünya Sağlık Örgütü‘ne göre, 2000 yılında dünya nüfusunun üçte biri sigara içiyordu, ancak günümüzde bu oran beş kişiden birine düşmüş durumda. Dolayısıyla sigaranın kansere yol açan en önemli etkenlerden biri olarak görülmesi giderek daha az geçerli hale gelmiş durumda.
Şu sıralarda dikkat çeken bir diğer neden ise uyku düzenindeki bozulmadır. Son 50-100 yıl içinde, dünya çapında insanların uyku düzeninin büyük bir değişim geçirdiği ve bunun kanser riskini artırdığı düşünülüyor. Bir araştırmaya göre, 1905-2008 yılları arasında ortalama uyku süresi gece başına 60 dakika kadar azalmış durumda. Aynı şekilde, gece vardiyasına dayalı çalışma şekilleri de giderek yaygınlaşmış bulunuyor. Yapılan araştırmalara göre, uyku düzenindeki bozulmalar ve melatonin hormonunun azalması, kanserin hızla büyümesine neden olabiliyor. Uyku bozuklukları ile meme, kolon, yumurtalık ve prostat kanseri arasında önemli bir ilişki olduğu gösterilmiştir.
Bazı bilim insanları ise, biyolojik saatin bozulması ve teknolojik cihazlara olan aşırı bağımlılığın da kanserin ortaya çıkmasında rol oynadığını savunuyor. Örneğin telefonlar, tabletler ve sokak ışıkları gibi cihazlar, vücudun biyolojik saatini olumsuz yönde etkileyebilir. Bu da, kanserin hızla gelişmesine ve yayılmasına neden olabiliyor.
Erken yaşlarda kanser gelişiminde rol oynayan bir diğer faktör ise bağırsaklardaki zararlı değişimlerdir. Yapılan bazı araştırmalar, bağırsak florasında meydana gelen bozulmaların kanserin gelişiminde önemli bir rol oynadığını göstermektedir. 2023 yılında Yeni Zelanda’dan kolon-rektum cerrahı Frank Frizelle, mikroplastiklerin artışı ile erken yaşta kolorektal kanser arasında bir ilişki olabileceğini öne sürmüştür. Frizelle, mikroplastiklerin bağırsaklardaki koruyucu mukus tabakasına zarar vererek, kanserin gelişmesine yol açabileceğini belirtmektedir.
Bağırsaklardaki zararlı bakteriler de kanserin gelişimini tetikleyebilir. Özellikle, “Fusobacterium nucleatum” gibi bakterilerin, bağırsakta hücre büyümesini ve agresif tümörlerin gelişmesini desteklediği düşünülmektedir. Ayrıca bazı E. Coli türlerinin de kanser gelişimini tetikleyebileceği ve bağışıklık sistemini baskılayarak kanserin yayılmasına neden olabileceği araştırmalarla gösterilmiştir.
Tüm bu faktörler, erken yaşta kanser gelişiminin nedenlerinin ne kadar karmaşık ve çok yönlü olduğunu gösteriyor. Bu durumda, sadece bir faktörün etkisiyle kanserin ortaya çıkması mümkün değil. Genetik faktörler, çevresel etmenler, yaşam tarzı ve bağırsak sağlığı gibi birçok unsurun bir araya gelmesi, kanserin erken yaşlarda görülmesinin sebeplerini açıklamaktadır.
Bu artışın yalnızca bireylerin sağlığını değil, aynı zamanda toplumların sağlık sistemlerini de derinden etkileyeceği öngörülüyor. Genç yaşta kanser tanısı alan bireylerin tedavi süreci, genellikle uzun ve zorlu bir yolculuk gerektiriyor. Bu durum, hem hastalar hem de aileleri için psikolojik ve ekonomik bir yük oluştururken, sağlık sistemleri üzerinde de ciddi bir baskı yaratmaktadır. Erken yaşta kanser vakalarının artışı, tedavi yöntemlerinin ve erken teşhis sistemlerinin de yeniliklere ihtiyaç duyduğunu gösteriyor. Şu an mevcut olan kanser tedavi protokolleri, genellikle daha yaşlı bireyler için tasarlanmış olup, genç yaşta kansere yakalanan bireylerde daha etkili olabilecek özel tedavi yöntemlerinin geliştirilmesi gerektiği vurgulanıyor.
Bir diğer önemli nokta, kanserin genç bireyler üzerindeki etkisinin yalnızca fiziksel sağlıkla sınırlı kalmamasıdır. Genç yaşta kanser tanısı almak, kişinin yaşamını derinden değiştirebilir ve bu, sadece tedavi süreciyle sınırlı kalmayıp, kişinin sosyal ve ekonomik hayatını da olumsuz etkiler. Genç kanser hastaları, kariyer planları, aile kurma ve kişisel hedefler gibi önemli yaşam süreçlerini askıya almak zorunda kalabiliyor. Aynı zamanda, kanser tedavisi sürecindeki fiziksel zorluklar ve yan etkiler, gençlerin psikolojik sağlıklarını da etkileyerek depresyon, kaygı gibi sorunlara yol açabiliyor. Bu nedenle, genç kanser hastalarına yönelik psikososyal destek programlarının da ön plana çıkması büyük önem taşıyor.
Kanserin artan oranı ile birlikte, kanserin önlenebilirliğine dair daha fazla çalışma yapılması gerektiği de açıktır. Özellikle kanserin erken evrelerde teşhis edilmesi, tedavi sürecinin başarılı olma şansını artırmaktadır. Bunun için toplumu bilinçlendirmek ve sağlıklı yaşam tarzı alışkanlıklarını teşvik etmek son derece önemlidir. Sağlıklı beslenme, düzenli egzersiz, sigara ve alkol tüketiminden kaçınma gibi faktörler, kanserin önlenmesinde kritik rol oynayabilir. Eğitim ve kamu sağlığı kampanyaları, kanserin erken evrelerde tespit edilmesi ve önlenmesi konusunda halkı bilinçlendirebilir. Bu bağlamda, sağlık otoriteleri ve hükümetler, genç yaşta kanserin artışını durdurmak için toplumsal düzeyde önlemler almalıdır.
Erken Teşhis ve Korunma: Genç Yaşta Kanserin Önlenmesinde Kritik Adımlar
Son olarak, erken yaşta kanser vakalarındaki artışın önlenmesi için multidisipliner bir yaklaşım gereklidir. Tıp uzmanları, araştırmacılar ve kamu sağlık yetkilileri, kanserin artışına dair verileri sürekli olarak izlemeli ve bu artışın nedenlerini derinlemesine incelemelidir. Genetik, çevresel, yaşam tarzı ve psikososyal faktörlerin her biri, kanserin erken yaşta görülmesindeki rolü üzerine yapılan araştırmalarla daha iyi anlaşılabilir. Bunun yanı sıra, biyoteknoloji ve genetik alanındaki ilerlemeler, kanserin erken evrelerinde daha hassas tespit yöntemlerinin geliştirilmesine katkı sağlayabilir. Yalnızca tedavi odaklı değil, aynı zamanda korunma ve erken teşhis üzerine kurulu bir sağlık stratejisi, gelecekte daha genç yaşlarda kanser vakalarının önüne geçilmesinde etkili olabilir. Bu, dünya genelinde halk sağlığını korumak ve kanserle mücadelede daha güçlü bir duruş sergilemek adına atılması gereken önemli bir adımdır.