Hurufilik, “harflerle uğraşan” anlamına gelen “Hurufi” kelimesinden adını alır. Bu inanç, Fazlallah adındaki bir şahıs tarafından kurulmuş olup, zamanla İran, Anadolu, Orta Asya, Balkanlar ve Hindistan gibi geniş coğrafyalara yayılmıştır. Tarikat mı, mezhep mi yoksa yeni bir din mi olduğu konusunda net bir görüş birliği bulunmamaktadır. Fazlallah, İran’ın kuzeydoğusundaki Esterabad’da doğmuş, genç yaşta tasavvufa yönelmiştir. Mevlana’dan öğrendiği bir beyit, onu derin bir ibadet ve ruhsal arayışa yönlendirmiştir.
Fazlallah, rüyalar yoluyla ilahi bilgiye ulaştığına inanmış ve bu rüyaların yorumlarını önemli kabul etmiştir. Hac ziyareti dönüşü, Kur’an ayetlerinin yüzeysel anlamlarının ötesine geçilmesi gerektiğini savunan Bâtınî tarikatına katılmıştır. Kendi yeteneklerinin peygamberlere bile nasip olmadığına inanarak, kendisini özel bir kişi olarak görmeye başlamıştır. Bu düşünceleri, Tebriz uleması tarafından kafir ilan edilmesine yol açtı. Dışlanmanın etkisiyle bir dağa çekilen Fazlallah, burada çile ve ruhsal arınma arayışına girdi.
Fazlallah, kendi sistemini kurarken insanı ilahlaştırmayı savundu. Hurufiliğin temel görüşüne göre, kainat mutlak varlığın bir tezahürüydü ve insanlar, bu evrende çok özel bir yere sahipti. İlk olarak yedi kişi tarafından takip edilmeye başlanmış, zamanla bu sayı hızla artmıştı. Kendisinin en önemli ve aydın kişi olduğu düşüncesi, onu oldukça etkileyici kılmıştır. Hurufiliğin kurucu metni “Câvidân-Nâme”, bu inancın temel kitabı olarak kabul edilir ve Kur’an’ın bir tefsiri olarak görülmüştür.
Fazlallah, Kur’an’daki bazı kelimeleri kendisiyle ilişkilendirerek, tanrılığını ve kainattaki yerini sorgulamıştır. “Ebced” sistemi üzerinden harflerin gizli anlamlarıyla insanları özdeşleştirmiştir. Seslerin ve harflerin, kainatın yapısını oluşturan önemli unsurlar olduğunu düşünmüştür. Kıyamet ve insan varoluşu hakkında da farklı yorumları vardı; nübüvvet dönemini Hz. Adem ile Hz. Muhammed arasında, imamet dönemini ise Hz. Ali ile Hasan’ul Askerî arasındaki dönem olarak tanımlamıştır.
Fazlallah, birçok dini ve felsefi görüşten etkilenmiştir. Hatta Sultan Üveys ile de ilişkiler kurarak, zamanla bu görüşleri yaymaya çalışmıştır. Ancak, bu fikirler yine de geniş kitleler tarafından reddedilmiş ve Şirvan’a geçmek zorunda kalmıştır. Timur’un oğlu Miran Şah ile olan ilişkileri ise, kendisini daha da zor durumda bırakmış ve nihayetinde hapsedilmesine yol açmıştır.
Fazlallah, 1394 yılında idam edilmiş ve cesedi ibret olması açısından sergilenmiştir. Ölümünden sonra, özellikle Hurufiler tarafından kutsallaştırılmıştır. İnanışlarına göre, ölümünden önce geleceğini ve katilini önceden bildiği iddia edilmiştir. Bununla birlikte, Hurufilik topluluğu, Fazlallah’ın ölümünden sonra Anadolu ve Rumeli’ye göç ederek inançlarını yaymaya çalışmıştır.
Anadolu’ya gelen Hurufilerin en etkili temsilcilerinden biri Ali el-Ala idi. Hacı Bektaş Veli türbesinde kalarak Bektaşilerle ilişkiler geliştirmiştir. Ayrıca, ünlü şair Nesimi de Hurufiliğin en büyük savunucularından biri olmuştur. Anadolu’da pek çok insanı Hurufiliğe kazandırdığı söylenir. Ancak, bu dönemde Hurufilik, karşıt görüşler ve baskılarla da yüzleşmek zorunda kalmıştır.
Fatih Sultan Mehmet dönemi, Hurufilik açısından kritik bir zaman dilimidir. Fatih’in Hurufiliğe olan ilgisi, onun çevresindekileri endişelendirmiştir. Bu durumu fark eden veziri, durumu düzeltmek için harekete geçmiş ve Fatih’in görüşlerini değiştirmeye çalışmıştır. Sonuç olarak, 10.000 Hurufi, Edirne’de diri diri yakılarak cezalandırılmıştır.
Kendi içlerinde farklı inanç ve görüşler taşıyan Hurufiler, zamanla Bektaşilik ile karışarak Anadolu’da önemli bir etki yaratmıştır. Kimi Hurufiler namazı kabul ederken, bazıları reenkarnasyon inancını benimsemiştir. Kanuni Sultan Süleyman, Hurufiliği tamamen yok etme çabası içerisine girmiştir. Ancak, bu dönemde bile etkileri sürmüş ve Bektaşilik gibi diğer inançlarla iç içe geçmişlerdir.
Fazlallah’ın kurduğu Hurufilik, tarih boyunca çeşitli etkilere maruz kalmış ve zamanla farklı inanç sistemleri içerisinde erimiş bir yapı olarak kalmıştır. Günümüzde, Hurufilik tamamen yok olmasa da, etkileri birçok inançta ve düşüncede hala hissedilmektedir.